40
yapmayı severdi o. İdeolojik ve dini görüşü
farklı olan insanlarla bile medenice sohbet et-
mesini, biraraya gelmesini bilen biriydi, farklı-
lıkları gözetmeden. Tek sevmediği şey ise, va-
tana ihanetti. İster bu paralel FETÖ, ister PKK,
ister DAEŞ, isterse de arkalarında duran dış
güçler, kim olursa olsun, düşmanlığı ve öfkesi
sadece vatanına yan gözle bakanlaraydı.
Vatan aşkıyla yanıp tutuşurken, şehadete bir
adım daha yaklaşmıştı 2014 senesinde, Türki-
ye’ye
“evlatlarımmilli ve manevi değerlerinden
uzak büyümesinler”
diyerek temelli döndü-
ğünde...
Ve o gece...
Darbe girişiminden evde haberdâr oluyor.
Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın
“milletimi sokağa çıkmaya davet ediyorum”
dediğinde, zaten diken üstünde olan Şehit
Serhat Önder hemen eşiyle çocuklarının ha-
zırlanmasını istiyor ve dışarı çıkacaklarını söy-
lüyor. Önce annesiyle babasına sarılarak ora-
dan ayrılıyor. Ardından kendi oturduğu site-
den çıkarken yanlarından ayrıldığı insanlarla,
başka zamanlara farklı olarak hepsiyle sarılıp
vedalaşıyor, sanki içine doğmuş gibi...
Komşuları Belediye binasına gidelim demele-
rine rağmen o,
“bu mesele başka”
diyerek Kı-
zılay Meydanı’na, oradan da Genelkurmay
Başkanlığı önüne gidiyor ailesiyle. Oraya yak-
laştıkca helikopter ve uçak sesleri artıyor, pat-
lama sesleri duyuluyor. Oğlu Aytuğ bir an
korktuğunu söylediğinde ona İstiklal Marşımı-
zın ilk sözü olan emri söylüyor: “KORKMA”.
Orada yine cesaretini toplayıp ilerliyorlar. Hat-
ta kendisi gibi gözü kara olan kızı Hilal, baba-
sının koluna girerek
“Baba, daha ileri gidelim,
daha ileri...”
diye destek veriyordu.
Biraz ilerledikten sonra eşine, çocukları da alıp
arabanın yanına gitmelerini söylüyor. Bir süre
sonra yanlarına gelip
“Canan, ben gidiyorum.”
demesi ise eşinin ve çocuklarının onu son gö-
rüşüydü. Ki o gelişi de boşa değilmiş... Zira, o
kalabalığın içinden bu sözü söylemek için gel-
miş ve gerisin geriye gitmiş olması başka nasıl
izah edilebilir ki?
Kendisinden bir daha haber alamayan eşi ve
çocukları sabaha doğru eve dönmek zorunda
kalıyorlar. Herkesin düşüncesi aynı; telefonu-
nun şarjı bitmiştir ve muhtemelen yaralılara
yardım ediyor ve onun için haber veremiyor-
du. Akla gelen en kötü şey ise kendisinin ya-
ralanmış olabileceği. Şehadet ihtimali mi? İç-
ten içe bir ses haber veriyordu bu ihtimali
ama dile vurdurulamıyordu bu ses...
Bir türlü haber alınamayınca, yaralı olabilme
ihtimaline karşın sabahın erken saatlerinde
şehidimizin babası, dayısı ve eniştesi hastaha-
nelere bakmaya gidiyorlar...
Saatler 12:52’yi gösterdiğinde durmuştu ha-
yat telefonlara gelen mesajla:
“Yavrularım, Yüce ALLAH’ımız ne takdir ederse
o olurmuş. Helikopterden atılan bomba şarap-
nelleri isabet etmiş. Yavrum Hakk’ın rahmetine
nail olur İnşaallah... Hepiniz de Rabbime ema-
net olun. Akşamdan beri arayıp duruyorsunuz,
biz de sonunda aradığımızı bulduk, ama umdu-
ğumuz şekilde değil...”
diyordu çiçeği burnun-
da şehit babası. 14 şarapnel parçası isabet et-
mişti ve dizilmişti birer madalya gibi vücudu-
na, Genelkurmay Başkanlığı yakınlarına atılan
bombadan.
“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”
ayeti dö-
külüyordu artık dillerden Şehit Serhat Önder’
in ardından ve hüzünleniyordu kalpler, yaşa-
rıyordu gözler, hıçkırıklara karışıyordu sesler...
Son yolculuğunda da yalnız kalmamıştı Şehit
Serhat Önder... Gerek Türk Kızılayı Genel Mer-
kezi’nde düzenlenen törende ve gerek köyün-
de gerçekleşen cenaze merasiminde uzaktan
yakından gelen, ailesi, dostları, arkadaşları,
tanıyan-tanımayan binlercesi yolcu etti şehidi,
gül kokulu bedeni toprağa, emaneti emanetin
sahibine teslim edilirken.
Ve şehidimizin ardından yazılan mektuplardı
geriye kalan ve resimleri: